Çeşme’nin Ovacık köyünde, deniz manzarasına hakim, rüzgarlı bir tepenin yamacında tasarlanan ev, şehir hayatının karmaşasından bambaşka bir Dünya’ya bir kaçış fırsatı sunuyor.
Evin yoğun programının devasa bir külteye dönüşerek doğayı domine etmesine izin verilmedi. Aksine bu program farklı boyutlardaki kütlelere parçalandı ve arazinin alt kotunda bulunan zeytin ağaçlarına, arazinin doğal eğimine ve yapısına hiç müdahale etmeden yerleştirildi ve hatta daha doğru bir tabirle bu kütleler doğal eğime bırakıldı.
Böylece arazinin içinde kaybolmadan, ama onun önüne de geçmeden sağlanan bu kibar duruş, aynı zamanda parçalı yapısı ile tamamen dışa açık bir yapı oluşturdu. Bahçe sadece evin içine yerleştiği bir alan değil, odaların açıldığı koridor, evin ana sirkülasyon alanı haline gelmiş oldu. Manzara, yeşillik ve doğa, sadece büyük pencerelerin ardından izlenen bir görüntü değil, ev yaşantısının vazgeçilmez bir parçası haline geldi.
İç mekanlar ise doğadan aldığı ilhama bir uyum ve kontrast içinde; toprak tonlarının hakim olduğu, yumuşak, derin ve aydınlık alanlar olarak tasarlandı. Dış cephede kullanılan doğal taş, paslı metal ve brüt beton iç mekana doğal halleri ile taşınırken, sıcak ahşap tonları ve dokulu sıva yüzeyler ile birleştirildi. Evin iç ve dış mekanında mümkün olduğunca her malzeme ve eleman en az işlem görmüş, en doğal formları ile kullanıldı. Tüm aksesuarlar ve eserler ise bu duyguya uyum içinde kendilerine yer buldular.
Sonuçta arazinin eğimi ve yapısı ile yakaladığı uyum sayesinde farklı kotlarda farklı yaşantı imkanları sunabilen, ev yaşantısını bahçeye açan ve onu yaşantının ana öğesi haline getirebilen bir ev tasarlandı.